Ölenleri Hayırla Yat Etme Törende yaptığım konuşmaÖLENLERİ
HAYIRLA YÂD ETME Hayat Allah’ın ihsanıdır. Ölüm,
Allah’ın fermânıdır. Allah’ın hayat ihsanını yaşayan her canlının ölüm
fermânına uyması kesin bir mecburiyet ve kaçınılmaz bir sondur. Çünkü
inancımıza göre Allah bâki, her şey fânidir. İyi düşünürsek ölüm, aslında ahret
dünyasında doğmak demektir. Yok olmak demek değildir. Yani sadece dünya
değiştirmektir. Gerçeği söylememiz gerekirse ölümün
müjdecisi doğumdur. Zira hayat, ana rahminden başlamakta ve sonsuzluk ülkesi
ahrete uzanmaktadır. Ölüm bu hayat çizgisi üzerinde bir kara noktadır. Değerli Misafirler, Hayata geliş gibi gidiş de bizim
elimizde değildir. Bizim için önemli olan bu hayat pazarından bir şeyler alarak
öteye gitmektir. Ölüm hepimizin başındadır. Müslüman
olarak ölmek en büyük mutluluktur. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey
iman edenler! Allah’tan gerektiği şekilde sakının ve ancak Müslüman olarak
ölün” Ahiret yurdunun mutluluk kapısını iman
anahtarı açar. Bu anahtara sahip olmayan bilmeyiz ki ne yapar? Dikkat ediniz,
Hazreti Yusuf bir peygamber olduğu halde “ Ya Rabbi! Beni Müslüman olarak
öldür! Diye dua etmiştir. Bu hareket ve duasıyla bu işin önemini öğretmiştir. İmanla ölme bahtiyarlığına ermek için
hayatta iken dini görevleri gücümüz ölçüsünde, mümkünse eksiksiz olarak yerine
getirmeye çalışmak gerekir. Daima Allah’ı anmak, ölümü hatırlamak ve hesap
vereceğimizi hesaba katma dünya hayatının ölçülü geçmesini temin edecek en
büyük etkenlerdir. Bu kayıtlardan uzak kalınırsa, Allah korusun son nefesten
korkulur. Ölüm korkusu değil, ölüme hazırlık
gayretleri bizim en büyük gücümüzdür. YAŞAMI ERTELEMEK....Tayfun Talipoğlu Beni her ölüm etkiler... Uzun vadeli hedefler için bile bugünden harekete geçmelisiniz... Yarınlar çok
uzakta olabilir... Fedakarlıklar güzel ama... Yıllar yılı hep kendi kendime
sormuşumdur. Acaba insanlar yaşarken kıymeti neden yeteri kadar bilinmez
diye... Biz hep őldűkten veya kaybettikten sonra mı insanların meziyet ve
őzellilklerini sayıp dőkecegiz diye....Oysaki bizim őğretilerimiz insanlara yaşarken
ve yűzűne sőylenmesi gerektiğini vurgulamıyor mu? Üzerinde yaşadığımız şu ihtiyar dünya nice insanlar gördü. Kimi peygamberdi
bu insanların, kimi Ebu Cehil’di. Kimi mü’mindi, kimi kâfir... Kimisi
Sıddık’ti, kimisi Nemrut... Kimi “... Yâ Rabbi! Vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki cehennemi yalnız ben
doldurayım, diğer kulların girmesin.” Derken, kimi
“Sizin Allah’ınız öldürüp diriltebiliyorsa, pekâla ben de öldürür ve
diriltirim” diyebiliyorlardı. Onlar dediler, yaptılar,
ettiler ve en sonunda istisnasız gittiler. Evet, hepsi öldü. Ölüm onların hiç birini ayırmadı. Dört yüz yıl önce
Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir zenci de öldü. “Bu dünya bir
hükümdara çok, iki hükümdara az diyen” koca Yavuz da öldü...” Ölüm vazifesini
hakkıyla, lâyıkıyla yaptı ve yapıyor da... İnsan kendisine tayin edilen hayatı yaşıyor ve en sonunda ölüyor. Yüce
Allah’ın mahlûkat üzerine koyduğu, şaşmaz ve değişmez kanun bu. Nitekim Allahü
Teala Hazretleri Kur’an-ı Kerim’de: “Her nefis ölümü tadacaktır ve sonra bize döndürüleceksiniz.” Ölüm gerçeği insana ağır gelir. Tebessümler donar ölüm denince, yürekler
sıkıntı ile büzüşür. Kabrin dehşetli, tüyler ürpertici karanlığı korkutur
herkesi. Ölüm elemleri keser, dünyevi hazlara dalmayı önler. Ama biraz önce de
belirttiğimiz gibi kimse “Ölmem” diyemiyor. Ölüm herkesi istisnasız alıyor
koynuna... İnsan, dünyaya gelmek için anne karnında bir durak yapmıştır. Sonra dünyaya
doğmuştur. Ahirete gitmek için dünyada da bir durak yapmıştır. Nasıl anne
karnına gelen, dünyaya geliyorsa, dünyadan gelen de ahirete gidecektir.
Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın çizdiği yol budur. Allah diyenler, Allah’a
inananlar seve seve bu yoldan gidiyorlar. Ama inanmayanlar bu yolu sevmiyorlar.
İster inansınlar ister inanmasınlar... Madem ölümü öldüremiyorlar, kabrin
kapısını da kapatamıyorlar.... İnanmadıkları halde, inanmaya inanmaya
gidiyorlar. BİZE SIRA GELMEYECEK Mİ? Kendini fikren inkişaf ettirmek isteyen bir zat doğruca Ebudderdâ’ya gelir
ve der ki: - Kalbim katılaştı,
ciddi şeyler düşünemiyorum, hayatımın değerini takdir edemiyorum. Sanki
üzerimde hiçbir nimet yokmuş, mahrumiyet içinde bir hayat yaşıyormuşum gibi
geliyor bana. Ne olur bir çare, bir yol göster ki, kendimi yenileyeyim, fikrimi
ve zihnimi çalıştırayım, gerçekleri görmekle huzur ve saadet hissedeyim. Büyük sahabi bu zata şöyle tavsiyede bulunur. - Bu dediğin şeylere
sahip olabilmen için şu diyeceklerimi yap. Bak o zaman basiretin açılacak,
gerçekleri görme konusunda bir hayli inkişaf elde edeceksin. - Nedir onlar, hemen
buyur. - Önce hastanelere
git, yataktakiler bak! - Sonra camilere git,
cenaze namazlarını kıl! - Bundan sonra
kabristana git, gömülenleri gör! Sual sahibi zat: - Baş üstüne Ey
Allah’ın aziz sahabisi! Diyerek ayrılır ve ilk iş doğruca hastaneye gitmek
olur. Sonra döner, camiye gelir, cenaze namazı kılar. Daha sonra da mezara
gider, mevtanın mezara konuşuna bakar, ölünün defnini seyreyler. Bunlardan sonra kendini yoklar. His duygularına bakar, heyhat! Hiçbir
yenilik yok! Dönüp Hazret’e gelir: - Ben, her dediğini
yaptım, ama nafile. Bende değişen bir şey olmadı. Yine aynı hisler, aynı
duygular, aynı ihtiras ve dünya arzuları kasıp kavurmaya devam ediyor. Hazret-i
Ebudderdâ düşünmeye başlar. Sonra şöyle der: - Öyle ise; sen
hastalara hastabakıcıların baktığı gibi baktın. Eğer öyle bakman insana bir
şeyler kazandırsaydı, bütün hastabakıcılar insan-ı kamil olur, şükür sembolleri
haline gelirlerdi. Heyhat ki durum hiç de öyle değil. Çünkü onlar ibretle
bakamazlar, tefekkürle nazar edemezler. Bu hastanın kendisi de olabileceğini,
ama olmadığını, bunun büyük bir ilahi lütuf ve nimet olduğunu düşünüp de sevinç
hissedemezler. Sen de öyle yapmışsın, ibretle bakmamışsın, tefekkürle nazar etmemişsin. - Camiye gitmişsin,
cenaze namazı kılmışsın, ama bu cenaze imamı gibi kılmışsın. Şayet öyle namaz
kılmak insana bir şey kazandırsaydı, cenaze imamlarının melek gibi olması lazım
gelirdi. Sen cenazeyi kılarken ibretle kılacaktın. - Şu tabutun içindeki
ben olacağım bir gün, diyecek kendini içine koyacak, yakınlarını da etrafta
döner tasavvur edecektin. Seni tabuttan çıkaramayışlarını, çaresizliklerini
hayal edecektin, istikbalde olacak şeyi o anda olmuş gibi hayal edecektin. İşte
bu cenaze namazı sana inkişaf sağlayacaktı. - Kabristana gitmiş,
ölünün kabre konduğunu görmüşsün ama, bunu kabir kazanlar gibi seyretmişsin.
Şayet öyle bakmakta fayda olsaydı, bütün mezarcılar insan-ı kamil haline
gelirlerdi. Halbuki onlar bunun tam aksine. Öyle ise mezara konan adamın yerine
kendini koyacaktın. Hayalen karanlık çukura girecektin. İmam talkın verip
gidecek, sen orada amelinle baş başa kalacaktın. Kılmadığın namazların,
tutmadığın oruçların, ödemediğin kul haklarının hesabını vermeye başlayacaktın.
İşte senin basiretini açan inkişafını sağlayan bunlar olacaktı, demişler. - NE DERSİNİZ? Bizim
ziyaretlerimiz de, cenaze namazı kılışlarımız da, mevtaları kabre götürüşümüz
de böyle mi cereyan ediyor? Bizde de bu ve benzeri durumlar söz konusu mu? Hiç
düşündünüz mü? Hep başkası hastalanacak, hep başkasının namazı kılınacak, hep
başkası mezara konacak, bizimle ilgisi olmayacak, bize sıra gelmeyecek mi hiç? Namazsız Ezan - Ezansız Namaz - 01-10-2008 Torunu, pamuk gibi bembeyaz sakalli, nur yüzlü dedesine merakla sorar... Aramızdan
temelli ayrılmış bulunan kardeşlerimizi rahmet, yakınlarına ve dostlarına sabır
ve başsağlığı, siz geride kalanlara da uzun ve bereketli ömürler ve ölüm anında
iman selameti dilerim. Vehbi Akşit La Louviere
Yavuz Sultan Selim Cami Din Görevlisi 22.11.2009 Pazar |
36670 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |