• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/vehbiaksit
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=5321561576
  • https://www.twitter.com/vehbiaksit
  • https://www.instagram.com/vehbiaksit
  • https://www.youtube.com/channel/UC5S_skAvSgjSjx7-XW1KjAw
VEHBİ AKŞİT

Vehbi Akşit Çekmeköy Müftüsü

Kategoriler
Site Haritası
ŞİFÂ-İ ŞERİF DERSLERİ




Saat
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451932.5820
Euro34.798834.9382
Aile Hayatı

Fransızca Site

İngilizce Öğreniyorum
Kaleiçi Camii sanal tur
Adım Adım Hac
İbrahim Halveti
ibrahim halveti
Vav ve Elif

Engin Fm Sohbetleri

                                   Peygamberimizden Hayat Ölçüleri

\"

 

Değerli Engin Fm dinleyicileri,

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

“Peygamberimizden Hayat Ölçüleri” isimli programımıza hoş geldiniz.

 

Muhammed muhabbettir, muhabbet müebbettir

 

Mustafa İslamoğlu

 

Aşk ehli taşı gediğine koymuş:

Muhabbetten Muhammed oldu hasıl

Muhabbetsiz Muhammed\'den ne hasıl?

 

Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül. Sevginin bedelini ödeyen Yakub gibi, uzaktaki Yusuf\'u koklayan bir yürekle gözlerini takas edenler alabilirdi o gülün kokusunu.

Aşkı ve acıyı ondan öğrendik. Yaşamanın ve ölmenin, ölmeden önce ölüp öldükten sonra yaşamanın sırrını o öğretti bize. Göklerin sofrasını o açtı önümüze. Onun sayesinde tenezzül buyurdu Allah yüreklerimize.

Evet, aşkı ondan öğrendik: Sevdi ama sevdaya "kara" çalmadı. Sevdanın yüzünü karartmadan sevmeyi beceremeyenlere, "ak sevda"yı öğretti. Aşka istikamet açısı verdi. Sadece o açıyı takip edenler aşkın sırrına erdi.

Başkalarının öğrettiği aşk sahibini tutuklayan bir tutkuya dönüşüyordu. Onun aşk öğretisi ise sahibini özgür kıldı. O aşk çizgisini izleyenler sevdikçe özgürleştiler, özgürleştikçe sevdiler ve sonunda hayatı bir demet muhabbete dönüştürdüler; muhabbete, yani insanın harcadıkça çoğalan tek sermayesine...

İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu; fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbetin yürekte istikrar bulmuş hali olan iman, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.

Dahası "Mü\'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demekle kalmıyor, bu sözün nasıl hayata dönüştürüleceğinin en güzel örneklerini de veriyordu.

Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki;

"Uhud, o bir dağ; ama o bizi sever, biz de onu severiz!"

Dağla sevişen, dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini fark eden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir?

Modern birey anlayabilir mi bu tavrı? İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Şairin "Şarkı görmez, garbı bilmez, görgüden yok vayesi/Bir utanmaz yüz yaşarmaz göz bütün sermayesi" dediği bedeviden bozma, köylülüğe müptela, varlıkla sınanınca lümpen kaprislerine, yoklukla sınanınca aşağılık komplekslerine kapılanlar, nasıl anlar ve anlatır, nasıl yaşar ve yaşatırlar bu muhabbeti/Muhammed\'i?

Muhabbeti Muhammed\'den öğrenenler ölmemenin sırrını da öğrenmiş oldular. İşte onlardan biri, bu sırrı şu dizelerle açığa vurdu:

Âşık öldü diye salâ verirler

Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez

Âşıkların ölmeyeceğinin ondan güzel kanıtı olur mu? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar.

Acıyı da "Ben hüzünlerin peygamberiyim!" itirafında bulunan o Ufuk İnsan\'dan öğrendik: Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah\'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber\'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe\'yi uyandıracak kadar sel olup çağlayan Ayaklı Kur\'an\'dan.

Bu soylu acı değil miydi, Hıra\'da kendi ruhunu yeniden doğuracak bir sancıya ebelik eden? Buna insanın oluş sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın, \'nükleer güç merkezlerinin\' dahi yanında yaya kaldığı etkinlikte birer \'gül ve güç merkezi\'

oluyorlar!

Çağın Ebu Cehillerinin onu anlamasını, onu sevmesini kimse beklemesin. Değil mi ki o, atası İbrahim gibi insanlığa şeytanı, şeytanları taşlamayı öğretti. Şeytan ve dostları da o gülü ve onun gül yüzlü dostlarını taşlayacaklardır.

Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece sakalına ve hırkasına sahip çıkıp onun öğretisini çağın dışına atmakla onu daha fazla üzüyor olsalar gerek.

Allah\'ın bize gönderdiği Hz. Muhammed (sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun) bir tek Muhammed idi. Fakat, geleneğimiz en az üç Muhammed ortaya çıkardı: 1. Göklere çıkartılan insanüstü Muhammed 2. Ara kablosu, postacı muamelesine maruz bırakılarak aşağılanan Muhammed 3. Kur\'an\'ın tanıttığı muhteşem bir ahlaka sahip olan örnek insan Muhammed.

Bir de muhaddislerin ömrü boyunca hep konuşan ve hiç iş yapmayan Muhammed\'i, sûfilerin ömrü boyunca içiyle uğraşıp dış dünyaya sırt dönen Muhammed\'i ve fakihlerin işi-gücü Kur\'an\'ı kodifike edip ondan formel hükümler devşirmek olan Muhammed\'i var.

İsterseniz, bu birbirinden ayrı "üç Muhammed"in özelliklerine gelecek hafta değinelim.

Ama bu satırları bitirmeden, o insan güzeline bir maruzatım var:

Seni çok özledik, bizi bu çağa karşı dik tutan senin kokundur:

Yel essin Ya Rasullallah...

Kokun gelsin!

Mustafa İslamoğlu, ( 21 Nisan 2000 )

 

 

Âlemler O Güzel  le 

Size bir soru:

Bir sigara tiryakisine sigarayı bıraktırabilir misiniz?

Cevabınız “Evet” ise, hemen şu soruya cevap verin:

Bunu nasıl ve ne kadar zamanda başarırsınız?

Diyelim ki, kendi ölçülerinize göre bir yöntem ve süre belirlediniz.

O zaman hayal gücünü son sınırlarına kadar zorlayın ve dünyanın en cahil, en kaba, en vahşi, en inatçı bir insanını en bilgili, en kibar, en merhametli ve en medenî hale getirmeyi bir düşünün.

Böyle bir şey mümkün mü?

Bizim için o kadar zor ki.

***

On dört asır önce, bir imkansız gerçekleşti. Bir tek kişi, dünya tarihinin en büyük inkılâbını gerçekleştirdi.

Dünyanın en vahşi, adetlerine en mutaassıp, en inatçı ve en cahil bir toplumu, çok kısa bir zaman diliminde değiştirdi. O insanların akıllarını, kalplerini, ruhlarını, nefislerini fethetti. Kalplerin sevgilisi, akılların muallimi, nefislerin güzel bir terbiyecisi ve ruhların sultanı oldu. O günün şartlarında insanların hayatlarını dahi uğrunda kolaylıkla verdikleri alışkanlıkları, örf ve adetleri, üstelik inatçı, mutaassıp bir toplumdan kaldırdı. Üstelik hiçbir zor kullanmadan, baskı yapmadan, güç harcamadan. Hem de, ortadan kaldırdığı zararlı ve kötü özelliklerin yerine, son derece güzel huyları, alışkanlıkları ve seciyeleri, öylesi bir toplumun kan ve damarlarına kadar yerleştirdi.

Ve o insanlar, kısacık bir zaman diliminde, bütün dünyaya muallim, medenî milletlere üstad oldular...

O, kimdi?

Bakın, Onun için,

Yeryüzü bir mescid,

Mekke bir mihrab,

Medine bir minber oldu.

O,

Rabbimizi bize tanıtan en açık bürhan,

Bütün mü’minlere imam,

Bütün insanlara hatip,

Bütün peygamberlere reis,

Bütün evliyaya seyyid oldu.

O,

Köklerini bütün peygamberlerin oluşturduğu,

Ayrı ayrı tatları, lezzetleri ve meziyetleriyle evliya meyveleri veren,

Dalları, geçmiş ve geleceği aynı anda gölgeleyen nuranî bir Tûba ağacıydı.

Onun davasını geçmiş zamanın peygamberleri mucizeleriyle, gelecek zamanın evliya ve asfiyası kerametleriyle tasdik etti.

“Lâ ilâhe İllallah” dedi.

Bu prensibi, davasının en önemli esası olarak kabul etti.

Bütün geçmiş ve gelecekte saf tutan sayısız mübarek insanlar hep bir ağızdan ‘sadakte ve bilhakkı natakte’ (doğru söyledin ve hakkı dile getirdin) diyerek tasdiklerini dile getirdiler.

Elinde, her yönüyle mucize bir Kitap; dilinde, hakikatleri haykıran bir hitap vardı.

Bütün insanlığa; hattâ cinlere ve meleklere; hattâ bütün varlık âlemlerine ezelî bir hutbeyi tebliğ etti. Bu alemin yaratılış sırrını açıkladı. Nice muammaları çözdü. Nice hakikatleri keşfetti.

Şu âlemin yaratılış sırrını açıkladı. İnsanlığın zihnini hep meşgul eden “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” gibi müdhiş sorulara, son derece ikna edici cevaplar verdi.

O zât, ebedî bir saadetin habercisi ve müjdecisi oldu;

Sonsuz bir rahmetin kâşifi, ilancısı;

Kainattaki İlahî saltanatın dellâlı, seyircisi;

Kulluğu cihetiyle bir muhabbet timsali, insaniyetin şeref kaynağı, yaratılış ağacının en nuranî meyvesi;

Peygamberliği cihetiyle hakkı gösteren en kat’î delil, bir hakikat güneşi, bir hidayet feneri, bir saadet vesilesi oldu.

Onun nuruyla, bütün karanlıklar aydınlandı. Bir matemhâneyi andıran âlem, neşe ve sürûra gark oldu. Onun öğrettikleriyle her şey birbirine dost, kardeş ve arkadaş oldu.

O, âlemlere rahmet olarak gönderildi. Varlıkların övünç kaynağı oldu.

O, içindeki ahlâk güzelliği yüzüne yansımış güzel bir dü. O le, âlemler dü.

O ün güzelliği, nice bülbülleri kendine aşık eyledi.

O ün asıl güzelliği, güzeli çok seven sonsuz bir Güzeli ve güzelliği göstermesiydi. O sonsuz Güzel de, bütün güzellikleri, o güzel ün üzerinde toplamıştı.

 

İşte biz, o Güzeller Güzeli Rabbimizin dergahında boynumuzu büküyor; elimizi açıp yalvarıyoruz. O’nun en çok sevdiği ve bütün güzellikleri üzerinde topladığı Habîbini, hakkıyla sevmeyi ve sadakatle bağlanmayı niyaz ediyoruz.

Dr. Veli Sırım  www.velisirim.com

 

Zafer Dergisi, Nisan-2005

 

 

 

 

Peygamberimiz’le hayatımızı test yapmak

“Andolsun, sizin sıkıntılarınızın, problemlerinizin en güzel çözümü, çaresi, kurtuluşunuzun şifalı reçetesi, Allah’ın Resûlü’nde, O ‘nun yiğitliklerle, fedakârlıklarla, sabırla, mücadelelerle dolu örnek hayatındadır. Allah’ın rızasını, ahiret hayatındaki mutluluğu umanlar, Allah’ı çok zikredenler, devamlı Allah’ın dinini tebliğ ile uğraşanlar için O’nda örnekler vardır.” (Ahzab Sûresi/21) (Tefsirli Meal)


Kutlu Doğum Haftası sebebi ile, Efendimiz’in bazı söz ve sünnetlerinden hareket ederek, içinde bulunduğumuz hayatımızı özet halinde gözden geçirelim dedik. Yazımızın daha net olarak anlaşılması için de konuyu rakamlar ve maddeler halinde zikretmeyi uygun bulduk.
1. Efendimiz, bizzat atını tımar eder, ağzını burnunu siler ve hoş davranırlardı. Acaba diyorum, bindiğimiz arabaları kendimiz mi yoksa çırak ve hizmetçilerimiz mi yıkamakta, temizlemektedir? Bu konuyu bir düşünsek diyorum.
2. Efendimiz, uzun tırnaklarla koyunların sağılmasını istememiş, tırnakların kesilmesini istemişlerdir. Acaba diyorum, horoz, deve, boğa dövüştürenler, o manzarayı seyredenler, katıla katıla yara bere içinde kalmış hayvanlara gülenler, içerisinde bulundukları hali hiç fark etmiyorlar mı?
3. Efendimiz, kapı komşusu olan Yahudinin hasta oğlunu ziyaret etmişlerdir. Bizler de zaman ve mekân şartlarımız oluştuğunda, hasta olanları ziyaret etsek, hiç ayırım yapmasak nasıl olur acaba?
4. Efendimiz, kızı eve geldiğinde onu ayakta karşılar, iltifat eder ve yanaklarından öperlerdi. Bizler de çocuklarımızı çarşıdan, okuldan, iş yerinden eve geldiklerinde bazen kapılarını açsak, hatta ayağa kalkarak karşılasak ve yanaklarını öpsek ne olur? Babalık otoritemiz sarsılır mı dersiniz?
5. Efendimiz, ayakları acıdığında, uzatması icap ettiğinde yanındakilerden izin alırlardı. Kızı veya hanımı olsun fark etmezdi. Bizler de beraber olduğumuz zaman ve mekânda her türlü tavır ve hareketlerimize biraz dikkat etsek, edep ve terbiyemiz azalır mı acaba?
6. Efendimiz, yatsı namazından sonra lüzumsuz dünya bağlantılı konuşmaları sevmez, hatta yasaklardı. Bizlerin, gecenin 12’lerine varan TV izleme oturumlarımıza bir çekidüzen versek diyorum, acaba medeni kimliğimizi ihlal etmiş olur muyuz?
7. Efendimiz, bazen elbiselerini diker ve bazen ev işlerinde hanımlarına yardım ederlerdi. Biz kocalar ihtiyaç hissettiğinde ev işlerinde hanımlarımıza yardımcı olsak, erkekliğimiz, herifliğimiz buharlaşır mı acaba?
8. Rehberimiz, kuduz köpeğin dahi işkenceye tabi tutulmamasını istemişlerdir. Çağdaş dünya, insanlara yapılan işkenceleri parlamenter sistemlerin gündeminden hiç düşürmüyor. Mutlak örneğimizin yaşadığı asrı çağdışı ilan edenlerin, kendileri mi çağ dışında yaşıyor acaba?
9. Rehberimiz, kendilerini çağıran herkese ‘Buyur’ diye karşılık verirlerdi. Bir amir memuruna, bir patron işçisine, bir müftü müezzine acaba ömrü boyunca bir defa olsun ‘buyur’ dediler mi?
10. Rehberimiz, insanın yüzüne vurmayı yasaklamıştır. Günümüz dünyasında hanımının, kız ve oğlunun yüzüne vurarak döven anne ve babalar, şefaatlerini istediği Peygamberimiz’in neresinde olduklarını hesap ediyorlar mı acaba?
11. Rehberimiz, kahkaha ile gülmemiş, böyle gülmenin kalpleri öldürdüğünü buyurmuştu. Günümüz insanları olarak, ekran başlarında “Şakacı”, “Çocuklar Duymasın” programlarında gözleri yaşarırcasına gülmemizin hangi terazide tartılacağını tahmin ediyor muyuz acaba?
12. Örneğimiz, üzüldüğü zamanlarda namaz kılarlardı. Üzüntü ve sıkıntılarımızda namazdan değil de sövmeden, küfretmeden, sigaradan yardım istemenin, dinin neresine konulacağını biliyor muyuz acaba?
13. Her şeye rağmen, Peygamberimiz’den, Rehber ve Örneğimiz’den 1400 sene sonra dünyaya gelmemize rağmen, 1400 sene önceki hayatı benimsemiş, bunun ötesinde o hayata ‘hayatımız’ demiş, getirdiği ve tebliğ ettiği tüm gerçeklere müspet yönde cevap vermiş, kınayanların kınamalarından korkmaksızın dinimizden, ibadetlerimizden, ahlâk ve edebimizden dolayı aşağılık duygusuna kapılmamış olmamızı terazinin bir tarafına, hata, günah ve isyanlarımızı da diğer tarafına koyup, elimizi Rabbimize açtığımızda öyle ümit ediyoruz ki, rahmet kapısından kovulmayacağımıza inanıyor, Kutlu Doğum Haftası münasebeti ile tüm okurlarımıza sevgi ve saygılar sunuyoruz.

 

 

 

Gül kokusunu çağa taşımak

Sahte kahramanlar. Futbol ve şov dünyasının sahte ilah ve ilaheleri. Televizyon yıldızları ve pop starlar. Ve daha bir yığın sahte değer arasından Sevgililer Sevgilisi’nin, Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed’in, o insanlık sadakasının kokusunu çağa taşımak…
İşte her fırsatta yapılması gereken bu.
Şöyle bir manzarayı gözünüzün önüne getirin:
Ortada kocaman bir pasta. Onun etrafında toplanmış küçüklü büyüklü çocuklar. Hep birlikte serçekuş yürekleriyle hissederek önce bağırıyorlar:
“İyi ki doğdun Yâ Rasûlallah!”
Bir, iki, üç… Ve arkasından salâtu selamlar, küçümencik gözlerden süzülen yaşlar ve minnacık yüreklerin kocaman kocaman sevgileri…
Bu manzarayı kaç kişi düşündü, kaç kişi yaşattı ve yaşadı, bilmiyorum. Ama bu manzara aynen yaşandı. Demek ki oluyor, olabiliyor. Bir dahaki “Kutlu Doğum Haftası”nı siz de vakfınızda, derneğinizde, lokalinizde, cemiyetinizde, sokağınızda, evinizde, okulunuzda deneyiniz.
Çağa inat, çağın putlarına inat Rasûlullah’ı çağa taşımak zorundayız. Onu gönüllerimizde kurduğumuz manevi ülkenin sultanı yapmak zorundayız. Çocuklarımızın hayalini o süslemeli.
Bunun için de sürekli fırsatlar kollanmalı. Var olan fırsatlar daha da genişletilmeli. Her vesileyle Allah Rasûlü’nün gül kokusunu yaymalı. Yaşadığı çağı kenef gibi kokutanlar rahatsız olacaklar. Varsın olsunlar. Onların kenef kokusuna alışmış burunları rahatsız oluyor diye, biz gül kokusundan vazgeçemeyiz.
Onlar kenef kokusunu ele geçirdikleri eğitim sistemiyle mi yayıyorları Biz o kokuları gül kokusuyla def edecek alternatif ortamları oluşturacağız. Alternatif eğitim müfredatları uygulayacağız. Tabir caizse çocuklarımızın zihinlerini her gün anti-virüs taramasından geçireceğiz. Onların saf yüreklerine ve zihinlerine sızan virüsleri tek tek imha edeceğiz.
Bunun onlar için taşıdığı hayati önemi onlara usanmadan anlatacağız. Eğer bu yapılmazsa, Allah’ın kendisine doğuştan verdiği altyapısının çökeceğini, potansiyelinin kullanılamaz duruma geleceğini anlatacağız.
“Bak yavrum” diyeceğiz, “Sana her yandan bilgi akıyor. Bu mesajları eğer virüs taramasından geçirmeden alırsan, manen çökersin. İlahi inşa eseri olan muhteşem altyapın harap olur. Bu yüzden mutlaka sana öğretilenleri taramadan geçirmelisin.”
Biz de onların zihin ve kalplerine anti-virüs programı kuracağız. İşte bu programların en etkili olanlarından biri, Rasûlullah sevgisidir. Bu sevgiye sahip olan bir yürek ve zihin onu sık sık “up-date” etmeli, yenilemeli. İşte Ramazan gibi, kandiller gibi, Kutlu Doğum Haftası gibi zamanlar bunun vesileleridirler.
Eğer alternatif müfredatınız yoksa, alternatif kanallarınız yoksa, alternatif kitaplarınız ve kitaplığınız yoksa, ellerinizle besleyip büyüttüğünüz yavrularınızın en değerli yerlerini, yürek ve zihinlerini aç kurtların önüne atıyorsunuz demektir. En dehşetli iğfal, akıl ve kalbin iğfalidir.
Sakın kimse dağı taşı dolduran pıtrakları gösterip de, “Bu arazide gül mü yetişir?” demesin. Unutmasın ki, pıtrak ekilmez. Kendi biter. Çünkü boş bırakılmıştır onun bittiği yer. Bu yasadır: Tabiat boşluk kaldırmaz. Pıtrağın yetişmesi için fazladan bir şey gerekmez. Boşluk yeter. Ama gül kendi kendine yetişmez. Mutlaka ekip, dikip, sulayan biri olmalıdır. Mutlaka adam eli değmelidir.
Bir çiçekle bahar gelmez. Doğrudur. Ama her baharı ilk haber veren de bir çiçektir. Bu da doğrudur. Bir baharı haber veren gül olmak, gül yetiştiren adam olmak, gül kokusunu çağa taşımak…
Yakınanlar! Ne duruyorsunuzı Unutmayın, yakınmak sabırdan daha çok yorar.

“Kutlu Doğum Haftası” münâsebetiyle

Nazik olunuz, hayat size gülecektir
Hayatı, maddî şeylere sahip olmak ve onları nefsi putlaştırmak ve insanlara zulmetmek için kullanan zalim ve kaba insanlara söyleyecek pek sözümüz yoktur. Herkes yaptığının karşılığını görecek ve alacak olduğu günü beklesin. Ancak, ruhunda insan ışığı, güzel ahlâk mayası bulunan insanların “nazik” olmalarını ve nezaket kurallarına uymalarını, “kaba”lıktan uzak durmalarını, bir varoluş sebebi olarak görmelerini tavsiye ederim. Ümmeti olmaktan şeref duyduğumuz rahmet peygamberi Efendimiz (a.s.)’in nezaket denizinden birkaç damla sunmak istiyorum: Resulullah (a.s.) iyi ve güzel huylu olup bütün insanlara çok nazik davranırdı. Her zaman mütebessimdi. Yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık ve neş’e ifadesi vardı. Bu dünyada çok hafif görünen nezaketin, Hesap Günü’nde çok ağırlığa sahip olacağını söylerdi.
Evinizin zili çaldığı zaman, “babamız/kocam geldi” diye sevinçle ayağa fırlayan çoluk-çocuğa sahipseniz, ne güzel; ama “Eyvah, karabulut evimizin içine çökecek!” diye korkuya kapılan çoluk-çocuğunuz varsa -ki müsebbibi sizsiniz- kendinize “ümmet” adına çeki düzen vermek zorundasınız. Hayatın her bölüm ve anında olduğu gibi, Müslümanların nezaket konusunda, geçinebilirlilik konusunda da en önde olmaları gerekmektedir.
“Nasılsınız?” “İnşallah iyi olacağız!” Şu soru cevaba bakınız. Güya Müslümanların düştüğü zilleti duyumsamayan, duyarlı bir ruha sahip olduğunun zımnî (dolaylı) bir ifadesi olarak karşımıza çıkan bu tarz konuşmalar, aslında arabesk bir anlayışın, melankolik bir dışavurumudur. Evet, iyi niyetle söylenmiş bir “bilinç”i simgeler belki; ama, aynı zamanda umutsuzluğu da içinde barındırır.
Mü’min neş’eli olmalıdır; çünkü o daima umutludur. Çünkü mü’min, hiçbir şart altında asla kaybı olmayan insanın adıdır. Neşeli insan, umutlu insan nazik olur. Yüzünden zakkum damlaları damlayan ruhu kararmış bir insan nasıl nazik olsun ki?
Resulullah (a.s.), birisiyle karşılaştığında selâm verirdi. Onunla özel olarak konuşmak isteyen olduğunda o yanından ayrılmadıkça Resulullah (a.s.) yüzünü başka tarafa çevirmezdi. Aynı şekilde herhangi bir kimse ile musafaha yaptığında karşısındaki elini salmadıkça o elini bırakmazdı. Peygamber (a.s.) ashabıyla toplu olarak bir arada oturduğunda ayrıcalıklı bir yere oturmazdı. Hatta öyle olurdu ki, Medine’ye gelen yabancı heyetler mescitte oturan Resulullah (a.s.)’ın kim olduğunu ayırd edemezlerdi.
Resulullah (a.s.) sataşma, istihza (olay) ve insanların kaba söz ve davranışlarına daima hoşgörüyle bakmış, şikâyetçi olmamıştır. “Allah indinde en kötü insanın; küstah ve kötü söz söylediği için insanların görüşmeyi kestiği insan” olduğunu söylemiştir.
Selâmlamada önce davranan hep o olurdu. Yolda yürürken gördüğü kadın, erkek, çocuk herkese selâm verirdi.
Bir alacaklı Resulullah (a.s.)’tan kaba bir tavırla aldığını istediğinde, Ömer b. Hattab onun üzerine yürüdü. Peygamber (a.s.): “Ey Ömer, dur! Benden borcumu ödememi, ondan da sabırlı olmasını istemen daha doğru olur” buyurdu.
Meclisinde bulunan hiç kimse Resulullah (a.s.)’ın kendine karşı kaba veya küçümseyici bir tavrını daha hissetmemiştir. Söz veya hareketle hiç kimseye hakaret etmemiş, gücendirmemiştir. Hiç kimse O’ndan kötü söz işitmemiştir. Hiç kimseye arkasını dönmezdi. Meclisinde oturan herkes azami derecede saygı ve şerefli muamele gördüğünü hissederdi. Arkadaşlara nazik davranmanın hayırlı bir iş, her hayırlı işin de bir sadaka olduğunu söylerdi. “İçinizde en iyi olanınız şahsiyet ve ahlâk olarak en iyi olanınızdır” buyurmuştur. Bir defasında, içi dışından, dışı içinden görülebilenlere cennette yüksek köşkler bulunduğunu müjdelemiş ve bu binaların nazik ve tatlı konuşanlar için olduğunu söylemiştir. Hesap Günü’nde müminlerin tartısında nezaketten fazla bir şeyin ağır gelmeyeceğini, çünkü Allah’ın kaba ve terbiyesiz insanları sevmediğini söylemiştir. Terbiyeli bir insanın iyi ilişkisinden ötürü, namaz kılan, oruç tutan biri gibi sevap kazanacağını dile getirmiştir. “Bir parça nezaket verilen insana bir hayır verilmiştir, bir parça nezaketten mahrum insan da hayırdan yoksundur” buyurmuştur.
Kısaca Allah Rasulü (a.s.) nazik, müşfik, terbiyeli, iyi ahlâklı, güzel huylu ve ılımlı, mükemmel bir insan modelidir. Bu ahlâkı çölün sert, kaba ve cahil insanlarına vererek, onları dünyanın öğreticileri ve önderleri kılarak sonsuz bir medeniyetin kurucusu olmuştur. Kadın erkek, zengin fakir, büyük küçük herkese karşı davranışı aynıydı. Herkesle medenî, nazik ve terbiyeli konuşurdu. Kur’an-ı Kerim, O’nun niteliklerini şöyle anlatır: “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi.” (3:159)
Ümmeti olmakla övündüğümüz Efendimiz’in hayatından bir kesit sunmaya çalıştım. O’na benziyor muyuz? Bu yazıyı, aile ortamında okurken yüzümüz kızarıyor mu, yoksa “Ben O’nun yolundayım” mi diyoruz. Nezaketin birinci kuralı, insanların sizin yanınıza gelmekten çekinmemeleridir. Alaycı, kaba, toplumda kusurları yüze vuran insanlar sevilmezler; çünkü onlar nazik değiller, kabadırlar.
Çoluk çocuğumuza ve çevremizdeki insanlara karşı nazik olsak, yarınlar gülümseyerek bizleri karşılayacaktır. Yarınımızı karartmayalım.
Not: “Anne-baba çocuğunu eğitecek kadar bilgili değilse ne yapsın?” diyen okuyucuma derim ki: “Çocuklarını sevsin ve onlara karşı çok nazik olsun, kaba davranmasın. En büyük mürebbiye-terbiyeci- Allah’tır.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sakın Terk-i Edebden

 

Osmanlı Divan şairlerimizden Nâbî 17. asırda yaşamıştır. Aslen Urfalıdır. Peygamberler şehri Urfa’nın manevi ikliminde iyi bir eğitim alan Nâbî, çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul’a göçmüştür. Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber âşığı Nâbî, padişah IV. Mehmed döneminde Hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola çıkar. Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz’e bir an önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir devlet adamı, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır. Hz.Peygamber (s.a.v)’in beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla aşağıdaki kasideyi söyler :

Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu Nazargâh-i ilâhidir,

Makam-ı Mustafâ’dır bu, Sakın edebi terk etme.

Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır

Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır

Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette

Tefevvuk-kerde-i  Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.

Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem  zâil

Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu.

Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha

Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Ey Nâbî

(Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir.

Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v)’nın makamı, Ravza-i Nebî’dir

Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır.

Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.

Burası, Allah (c.c)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.

Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren sürmedir.

Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.)

Nâbî bu şiiri yolda yazar. Kafile şafak vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’ınn minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya başlar.Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına koşar.Müezzine; Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin, der. Müezzin şöyle cevap verir:

“Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v)’i gördüm, bana dedi ki: Ümmetimden Nâbî adında bir şair, benim hakkımda şu kasideyi yazdı, hoşuma gittiği için bunu okumanı arzu ediyorum. Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum”.

Nâbî, sevincinden oracığa bayılıp düşer. O, bu iltifata, Rasulüllah Efendimiz’e duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nâil olmuştur.

Hz.Mevlânâ’ya göre edep, insanın bedenindeki ruhtur, enbiyâ ve evliyânın göz ve gönül nurudur, şeytanın katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır.

“Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâdan

Giy ol tâcı, emin ol her belâdan

Allah ve Rasulüne yükselen merdivenin basamakları, ancak edeple çıkılır”

Haftaya yeniden birlikte olmak dileğiyle, hoş kalınız, hoşça kalınız...


2003 Yılı Ocak ayından itibaren, Radyo Engin\'de Hadis Sohbetleri yapmaktayım. Erkam Yayınları arasında çıkan Riyazü\'s-Salihin isimli eseri takip ediyorum. Her pazartesi günü saat 16.30\'da dinleyicilerime seslendiğim bu programı 2006 yılı Kasım ayında bıraktım.

           Afyon Başmakçı İlçe Müftüsü iken her perşembe yaptığım hadis dersini 4 yıl sürdürmüştüm. Çok bereketli geçen bu programda bana yer verdikleri için Engin Fm yetkililerine teşekkür ediyorum.

 


Yorumlar - Yorum Yaz
30 Cüz ve Mesajlar
Ses Gazetesi Yazılarım
Hadislerle İslam
Günlük Program
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam53
Toplam Ziyaret3615683

Uymazsan Trafige

Dini Bilgiler
Google Translate
Her Güne Bir Ayet ve Hadis

Siyer Araştırmaları Merkezi



İslam Ansiklopedisi
Hava Durumu
Diyanet Namaz Sitesi
Diyanet PDF
Kuran Elif Bası