EŞİNİN AĞZINA BİR KARPUZ DİLİMİ VERMEK SADAKA MIDIR?
Bir düğün sohbetinde, aile geçimi ile ilgili olarak, Peygamber Efendimiz’in bir hadisine yer vermiştim. Hadiste Allah Rasülü şöyle buyuruyor:
294- وعن سعد بن أبي وقَّاص رضي اللَّه عنه في حدِيثِهِ الطَّويلِ الذِي قَدَّمْناهُ في أَوَّل الْكِتَابِ في بَابِ النِّيَّةِ أَنَّ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال له : « وَإِنَّكَ لَنْ تُنْفِقَ نَفَقَةً تَبْتَغِي بِهَا وَجهَ اللَّه إلاَّ أُجِرْتَ بها حَتَّى ما تَجْعلُ في في امرأَتِكَ » متفقٌ عليه .
294. Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh’ın rivayet ettiği, bu kitabın baş tarafındaki ihlâs ve niyet konusunda geçen uzun hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sa`d’e hitâben şöyle buyurmuştu:
“Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın.”
Buhârî, Îmân, 41, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5
Erkam Yayınları, Riyazüssalihin c.2,s.357 vd.
Bu hadisi şerif çerçevesinde, konuyu izah ederken, özellikle, hatta eşinin ağzına verdiği lokma bile ifadesinin, eşler arasındaki muhabbet, sevgi ve birlikteliği de sağladığını anlatmıştım.
Ertesi gün, çok sevdiğim bir din görevlisi hocamız, Müftülükteki odama gelerek, beni ziyaret etti:
Sohbet ederken, düğün sohbetinde anlattığım hadisi şerif ile ilgili olarak, bana şunları anlattı:
-Hocam ben 40 yıllık din görevlisiyim. 40 yıllık da evliyim. Şimdiye kadar bu hadisi duymamıştım. Sohbetten sonra eve gittim. Eşim, balkonda oturalım dedi. Yaz mevsimi olması sebebiyle, muhabbet ederken, kestiği karpuzu tabaklara dilimler halinde koymuş, bana da buyur bey diye verdi. Ben de karpuz tabağını elime aldım. Çatalı karpuz dilimine batırdım. Tam ağzıma alacakken, Hocam inanın, sizin anlattığınız hadis-i şerif aklıma geldi. Siz gözümün önüne geldiniz. Bir an durdum. Ağzıma götüreceğim bir dilim karpuzu çatalımla eşimin ağzına uzattım. Buyur dedim. Eşim o karpuz diliminden ısırdı. Sonra bana hayırdır, 40 yıllık evliyiz, şimdiye kadar böyle bir şey yapmamıştın. Ne oldu, sana deyince, Hocam ben de eşime peygamberimizin hadisini anlattım. Eşim gözyaşlarını tutamadı. “ O ne büyük insan, bundan 1400 küsür sene önce, bir hadisin uygulamasını gördüm” dedi. Ve çok mutlu oldu. Ben de bu hatıramı sizinle paylaşmak istedim, dedi.
Evet, demek ki peygamberimizin hadislerini okumak yetmiyor, onu hayatımızda da uygulamak gerekiyor. Uygulayanlara ne mutlu!
Hadisi açıklaması için tıklayınız
Ramazan'da Müslüman Olmak
Bugün Kütahya İl Müftülüğünde çok güzel bir olaya şahit oldum. Hep duyardım, okurdum, izlerdim. Ama bugün bizzat şahit oldum. Hem de resmi şahit..
Nikolay isminde Moldavalı bir Katolik, bundan iki yıl önce Kütahya'ya gezi için gelmiş. Kütahya'yı çok beğenmiş.
Memleketi Moldava'da bir cami inşaatında çalışırken, caminin imamı ona müslüman olmasını teklif etmiş. Düşüneceğini, araştırması gerektiğini ifade etmiş.
Bugün İl Müftümüz Hüseyin ŞİMŞEK Bey, bir ihtida merasimi yapacağız deyince çok heyecanlandık. Mübarek bir günde, böyle güzel bir olaya tanıklık edecektik.
Biraz Türkçesi ile yarım yamalak bir şeyler anlatıyordu. Müslüman olmak istediğini ifade etti. Ben de kendisine merasim yapılacağını, basının bu olayı fotoğraflayacaklarını söyledim. Kendisine kelime-i şehadet getirmek için biraz çalıştırdım.
İnanın, bir başka dine mensup birisinin Müslüman olduğunu duyuyoruz, izliyoruz ya. Şimdi bu noktada alt yapıyı hazırlayan biri olarak kelime-i şehadeti getirmeye, benim söylediklerimi tekrar etmeye başladığı zaman ben de çok heyecanlandım. Meğer, bizim gayri ihtiyari söylediğimiz söz, birisini müslüman yaparken, islamın ilk şartı olan kelime-i şehadeti söyletmek ne güzel bir duyguymuş bugün farkettim.
"Sizin elinizle birinin müslüman olması, yüzlerce kızıl deveye sahip olmanızdan daha faziletlidir" buyuran peygamberimizin o müthiş sözünü hatırladım.
Nikolay'a sordum. Müslüman olunca isim olarak ne düşünüyorsunuz? diye..
"Mustafa" dedi. İhtida belgesini hazırlarken yeni ismi bölümüne "Mustafa" yazdık".
Basın geldi. Güzel bir törenle Nikolay oldu Mustafa. Yeni bir hayata merhaba dedi. Önce kendi müslüman oldu. İnşallah yakında eşi, çocukları da müslüman olur.
Değerli dostum, Salih Aytemur'un ihtida merasiminden sonra, Rusça hazırlanmış Namaz isimli kitabı müftülüğümüze gelerek Mustafa'ya hediye etmesi de takdire şayan bir hareketti. Kendisine bu hassasiyetine çok teşekkür ediyorum.
Selam ve dua ile....
İlahiyat Fakültesi 3. sınıfa devam ederken, aynı zamanda bu köyde de İmam-Hatiplik görevini ifa ediyordum. Fakültedeki derslerde zaman zaman hocalarımız İmam-Hatip olarak görev yapan arkadaşlardan bazı istekleri oluyordu. Toplum tarafından yanlış bilinen veya hep öyle yapıldığı için, aksi yapıldığında cemaatin tepkisinin ne olacağı merak ediliyordu. İşte bunlardan birisi de namazı kıldırırken çorapsız olarak kıldırın denemesi idi.
İmam-Hatip Lisesinde öğrenciyken Meslek Dersleri Öğretmenlerinden Mehmet ÖZTÜRK Hocamız bize bir camiye din görevlisi olarak atandığımız zaman neler yapacağımız konusunda nasihatlerde bulunmuştu. Bu nasihatlerden biri, camide giymek üzere temiz iç çamaşırları, gömlek, pantolon ve çoraplarınız hazır olsun derdi. Çünkü köyde gezerken üzerinize pislik bulaşabilir, namaza mani bir durum olabilir diyordu.
Ben de camide imama ait bir oda olmadığı için, bu tavsiyenin sadece çorap bulundurma bölümünü yerine getirebiliyordum.
Bir yaz günü caminin bahçesinde öğle namazına hazırlık yapmak için abdest aldım. Hava güneşli idi. Abdest aldıktan sonra abdest azalarının kuruması için güneşte bekledim. Namaz vakti gelince ezanı okudum. Öğle namazının sünnetini kıldıktan sonra sarık ve cübbemi giydim. Mihraba doğru yönelirken çoraplarımın giymediğimi fark ettim. Geriye dönmeden çorapsız olarak namazımı kıldırayım dedim. Hem böylece İlahiyat fakültesindeki hocamın isteğini de yerine getirmiş olacaktım.
Öğle namazını kıldıktan sonra, caminin bahçesinde cemaatimizle 5-10 dakika oturur ondan sonra evlere dağılırdık. İşte bu esnada benim beklediğim soru geldi. Cemaatten biri bana dedi ki:
- Hocam, size bir soru sormak istiyorum.
- Ben de buyur, sor dedim.
- Bizim köye Hasan hoca geldi, böyle bir şey görmedik. Hüseyin Hoca geldi, böyle bir şey görmedik. Selim hoca geldi, böyle bir şey görmedik. Ben de:
- Hayırdır, ne görmediniz? dedim.
- Ya hocam, bugün sen bizim önümüze geçtin, namaz kıldırdın. Daha önce çoraplı kıldırıyordun. Bugün ise çorapsız kıldırdın. Yani şimdi bizim namazımız oldu mu? Ben onu sormak istiyorum. dedi. Ben de:
- Tamam sen bana bir soru sordun. Ben de sana şimdi bazı sorular soracağım. Bu sorular neticesinde sen namazımızın olup olmadığına karar vereceksin, dedim.
- Sen namazın farzlarını biliyor musun?
- Evet, namazın farzları 12 dir. 6'sı içinde, 6' sı dışındadır. deyince ben de peki o zaman bana dışındakileri sayar mısın? dedim.
- Tabi sayarım hocam, Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret...
- Peki setr-i avret nedir? Onu biliyor musun?
- Setr-i avret, kadınların el, yüz ve ayaklar dışındaki bütün azalarının kapalı olması, erkekler için de göbek ile dizlerinin arasının kapalı olmasıdır, dedi.
- Peki benim göbek ile dizlerim arası kapalı mıydı? dedim.
- Kapalıydı, dedi.
- Peki namazım oldu mu? dedim.
- Oldu, dedi.
- Peki cemaatle kıldığımız namaz oldu mu? dedim.
- Oldu, dedi.
- Sorduğun sorunun cevabını aldın mı? dedim.
- Aldım, dedi.
Ondan sonra namazın diğer farzları hakkında ben ayrıntılı bilgi verdim. Sonundu şu sonuca vardık:
Bizlerin yıllar boyu bir gelenek olarak sürdürdüğümüz bazı kuralların aslında kendiliğinden oluştuğunu, imamın namaz kıldırırken bütün azaları ile elbisesi ile cemaatten üstün olması gerektiğini, bundan hareketle çoraplı olarak namaz kılındığını, Kabe'de namaz kıldıran imamların da çorapsız olarak namaz kıldırdıklarını ifade ettim.
Dolayısıyla çorapsız olarak da namaz kılmanın caiz olduğu konusunda yerinde bir eğitimle cemaatimizi aydınlatmış oldum.
Daha sonra bu tecrübemi İlahiyat Fakültesindeki derste hocama ve öğrencilere anlatmış oldum.
Bu hatıramı da, bu konuda sorusu olanlara cevap olmak üzere bu bölüme alıyorum.
Ramazan ayında mevlitte şeker dağıtımı
Ramazan ayında Balabancık köyünde mevlitte şeker dağıtımı
Gerçek Müslümanlık Türkiye'de
Tuvalete lamba takılması
Balabancık köyünde İmam-Hatip olarak görev yaptığımda oturduğum evin içinde tuvalet yoktu. Hemen evin yanına tuvalet yapmışlardı. Gündüzleyin ışık sorunu yoktu. Ancak geceleyin mutlak ışık gerekiyordu.
1994 yılında Ramazan ayında Diyanet İşleri Başkanlığı'nca Dağıstan'a Ramazan Görevlisi olarak görevli gittik. 10 kişilik bir kafile, Bolu Eğitim Merkezi Müdürü Ergün Yücel (Şimdi Başkanlık Atama 2 Şube Müdürü) başkanlığında Ankara Esenboğa'da buluştu. Soçi üzerinden Moskova'ya oradan da Dağistan'a ulaştı.